Borçlar, Allah’a karşı ve kullara karşı olmak üzere iki kısma ayrılır. Bir kimse zekât, oruç, hac, adak, keffâret gibi ibadetlerden doğan ve Allah hakkına taalluk eden borçlarını hayattayken ödemekle mükelleftir. Bu mükellefiyeti yerine getiremeyen kişinin vefat etmeden söz konusu borçların ödenmesi için vasiyette bulunması gerekir (Merğinânî, el-Hidâye, 1/124; Kâsânî, Bedâiu’s-sanâni‘, 3/103, 123, 221). Mezkûr borçların ödenmesi için vasiyette bulunulması durumunda Hanefî mezhebine göre vârislerin bu vasiyeti terekenin üçte birinden yerine getirmeleri zorunludur. Vasiyet edilmemesi hâlinde ise zorunlu olmamakla birlikte vârislerin bu borçları mirastan ödemeleri tavsiye edilir (Serahsî, el-Mebsût, 8/153; Zeylaî, Tebyînü’l-hakîk, 6/230).
Hz. Peygamber (s.a.s.) kullara ait borçların ödenmesinin önemi üzerinde de durmuştur(Nesâî, Büyûʽ, 98 [4684-4685]). Allah Resulü (s.a.s.), kişinin borçlu olarak Allah’ın karşısına çıkmasını günah olarak nitelemiş (Ebû Dâvûd, Büyûʽ, 9 [3341]); ölen kişinin ruhunun, zimmetindeki borç ödeninceye kadar bağlı kalacağını bildirmiş (Tirmizî, Cenâiz, 76 [1078-1079]; İbn Mâce, Sadakât, 12 [2413]); ölenin borçlarının mümkünse cenaze namazından önce; değilse daha sonra malından ödenmesini emretmiştir (Buhârî, Kefâlet, 5 [2298]; Müslim, Ferâiz, 14 [1619]; bkz. Kâdî İyâz, İkmâlü’l-Mu‘lim bi-fevâ’id Müslim, 5/339-341) . Zira dinimizde kul haklarına riâyet edilmesi emredilmiş; hak ihlalinde bulunan kişinin, hak sahibi affetmedikçe hiç kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir. Dolayısıyla üzerinde kullara ait borçlarla ölen kişinin, teçhiz ve tekfinden sonra bıraktığı maldan borçları ödenir. Kur’ân’da borçların varislerin payına olan önceliği “Bu (paylaştırma ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır.” (en-Nisâ 4/11) âyetiyle belirtilmiştir. Tereke, borçların tamamını ödemeye yetmiyorsa, borçlar oranında alacaklılara bölüştürülür (Mevsılî, el-İhtiyâr, 5/85).