Din İşleri Yüksek Kurulu 13/10/1994 günü Kurul Başkanı İsmail ÖNER'in başkanlığında toplandı. Türkiye' de halen halkın elinde bulunan tapulu ziraat arazisinin şahsi mülk mü; yoksa mülkiyeti devlete, tasarrufu tapu sahibi şahıslara ait emiri arazi mi sayıldığı ve bu araziden elde edilen mahsulden, -müslümanların devlete ödemekte oldukları arazi vergisi dışında,- ayrıca öşür (toprak mahsulü zekatı) vermelerinin gerekip gerekmediği konusu, incelendi.
Yapılan müzakere sonunda:
İslam müctehid fakihleri, Asr-ı saadet ve Hülefa-i raşidin dönemlerindeki uygulamaları da dikkate alarak; mülkiyet veya tasarruf hakkı, topraktan veya mahsulden alınacak vergiler itibariyle bir ülkenin sınırları içindeki toprakları bazı sınıflara ayırmışlardır. Osmanlıların son döneminde, Hanefi mezhebi esas alınarak hazırlanmış olan 1274/1858 tarihli mülga Kanunname-i Arazi' de, ülke sınırları içindeki arazi:
1- Araziy-i memluke (özel mülk olan ve mülkiyet hükümleri uygulanan arazi ),
2- Araziy-i emiriyye (rakabesi (çıplak mülkiyeti) devlete ait olup, devletce düzenlenen hükümlere göre tasarruf edilen arazi),
3- Araziy-i mevkufe (amme menfeatine ve cihet-i hayra vakfedilmiş arazi),
4- Araziy-i metruke (umumi yol, park, pazar ve harman yeri ve umumi mer'a gibi herkesin istifadesine bırakılmış yerler),
5- Araziy-i mevat (yerleşim bölgeleri dışında, hiçkimsenin mülkiyet ve tasarrufunda bulunmayan, imar edilmemiş arazi),
Olmak üzere beş kısma ayrılmıştır. Bunlardan son üçü (araziy-i mevukfe, arazi y-i metruke ve araziy-i mevat), konumuzun dışında kalmaktadır.
Söz konusu kanunnamede özel mülkiyete konu olan araziy-i memluke:
a) Mikdarı ne olursa olsun, şehir, kasaba ve köy gibi yerleşim yerleri içindeki arsalar ile bu tür yerleşim yerlerinin bitişiğindeki tetimme-i sükna itibar edilen ve yarım dönümü geçmeyen yerler Araziy-i emiriyye' den ayrılarak,
b) ihtiyaç ve maslahata göre, devletçe şahıslara temlik edilen topraklar,
c) Araziy-i öşriyye ve
d) Araziy-i haraciyye
Olmak üzere dört nev' e ayrılmıştır. Ayrıca, -devletin izniyle, arazi y- i mevat ' tan ihya ve imar edilen yerler de, mülk araziden sayılmaktadır. Araziy-i öşriyye de : a. Fethedildiğinde, beşte biri Beytülmal için ayrıldıktan sonra, gazilere mülk olarak taksim edi len arazi,
b. Fethedildiğinde, veliyyülemr tarafından, gaziler dışında diğer müslümanlara temlik edilen arazi,
c. Halkının fetihten önce müslüman olmaları sebebiyle, el konulmayıp, eski sahiplerinde bırakılan arazi,
d. İhtiyaç ve maslahata göre, devletce araziy-i emiriyyeden ayrılarak, müslümanlara temlik edilmiş olan arazi,
e. Araziy-i mevat ' tan, mülkiyet izniyle müslümanlar tarafından ihya ve imar edilip, araziy-i öşriyye'ye yakın olan veya öşür arazisinden çıkan su ile sulanan arazi; olmak üzere beş nev'e ;
Araziy-i haraciyye ise :
a. Fethedildiğinde, (arazinin verimliliğine göre, 1/10 dan 1/2 ye kadar ) haracı alınmak üzere, gayr-ı müslim yerli halkın elinde bırakılan arazi,
b. Usulüne göre haracı alınmak üzere, yerli halk dışında diğer gayr-ı müslimlere verilen arazi,
c. Haracı ödenmek üzere, anlaşma yolu ile (savaşsız) alınan memleketlerin arazisi,
d. Araziy-i mevattan, gayr-ı müslimler tarafından, mülkiyet izniyle ihya ve imar edilen yerler ile müslümanlar tarafından imar edilen yerlerden araziy-i haraciyye'ye yakın olan veya harac arazisinden çıkan su ile sulan yerler olmak üzere dört nev'e ayrılır.
Hanefilere göre, haraci arazide, -öşri arazi gibi,- mülk arazinin bir türü olduğu, bu itibarla, haracı ödenmek şartı ile, alım- satım, vakıf, rehin, hibe . . . gibi mülkiyetle ilgili bütün hükümler cereyan ettiği halde; diğer üç mezhebte (Maliki, Şafii ve Hanbelilerce) bu tür arazinin rakabesi (mülkiyeti), bütün müslümanlar için vakıf hükmünde sayıldığından, alım, satım, hibe... gibi temliki tasarruflarda bulunulamaz. Hanefllere göre de, haraci arazi alım, satım, hibe ve tevarüs gibi yollarla el değiştirse veya müslümanın mülkiyetine geçse bile, haracı düşmez; kimin mülkiyetine geçerse geçsin, haracı ile birlikte geçer. Ancak, çeşitli sebeplerle statüsü değişirse yani mülk araziye dönüşürse, haracı da düşer.
Bilindiği üzere, Hanefilere ve Hanbelilere göre, savaşla alınan bir ülkenin toprakları konusunda veliyyülemir, amme maslahatını dikkate alarak:
a. Beşte birini Beytülmal için ayırdıktan sonra, gazilere ve gaziler dışındaki diğer müslümanlara temlik;
b. Beytülmal hissesi bile ayırılmadan, usulüne göre haracı alınmak üzere, yerli veya diğer gayrı müslimlere (zimmilere) temlik;
c . Ne gazilere ve diğer müslümanlara, ne de yerli veya yabancı gayr-ı müslimlere temlik edilmeyip, bütün müslümanlar için vakf olmak üzere,
araziy-i emiriyye olarak, Hazineye maletmek, şıklarından birini uygulamakta muhayyerdir.
İmam Şafi, savaşla alınan toprakların, 4/5'inin gazilerin hakkı olduğu ve mutlaka dağıtılması gerektiği; İmam Malik ise, bu toprakların bütün müslümanlar için vakıf hükmünde olup dağıtılamayacağı, ancak veliyyül emr' dağıtmayı müslümanların maslahat ve menfeatine uygun görürse, dağıtabileceği görüşündedirler. İmam Şafii' ye göre fethedilen arazinin dağıtılmayıp, haraca bağlanması, gazilerin izin ve rızaları sağlanarak yapılmıştır.
Araziy-i mevat' tan, devletin mülkiyet izniyle ihya ve imar edilen topraklar, eğer gayr-ı müslim (zimmi) tarafından ihya edilmişse, haraciyye olur. Müslüman tarafından ihya edilmişse, İmam Ebû Yusuf'a göre, öşür arazisine yakınsa, yani çevresi öşür arazisi ise, araiziy-i öşriyye; harac arazisine yakınsa, araziyi-i haraciyye; İmam Muhammed'e göre ise, öşür arazisinden çıkan su ile sulanırsa, öşriyye; haraç arazisinden çıkan su ile sulanırsa haraciyye itibar edilir.
Ancak, fıkhen caiz olmakla birlikte, araziy-i mevat'ı mülkiyet üzere ihya izni, 1274/1858 tarihli Kanunname-i Arazi 'nin 103 maddesiyle kaldırılmış; mülkiyeti devlete, tasarrufu ihya edene ait (yani miri arazi) olmak üzere ihya izni verilmesi hükme bağlanmıştır.
Araziy-i emiriyye'ye gelince:
Bilindiği üzere, araziy-i emiriyye, (ki buna araziy-i memleket, araziy-i milliyye, araziy-i miriyye, araziy-i havz da denilmektedir,) hiç kimseye temlik edilmeksizin, bütün müslümanlar adına devletin mülkiyetinde tutulan arazi olup:
a. Fethedildiğinde gazilere veya eski sahiplerine verilmeyip, bütün müslümanlara ait olmak üzere, Hazine'ye maledilen arazi,
b. Nasıl alındığı (savaşla ve ya savaşsız) veya alındıktan sonra kime verildiği bilinemeyen arazi,
c. Araziy-i memlûkeden (öşür veya harac arazisinden), iken, sahiplerinin mirasçısız, vasıyyetsiz ve borçsuz ölümleri, göçleri ve benzeri sebeplerle sahipsiz kalan arazi,
d. Zaman aşımı ile sahipleri yani kime ait olduğu bilinemeyen arazi,
e. Araziy-i mevat 'tan, mülkiyeti devlete ait olmak üzere ihya edilen arazi, Olmak üzere beş nev' e ayrılır.
Bu tür arazinin, mülkiyeti devlete ait olduğundan; tasarruf, intikal ve işletmesiyle ilgili her türlü düzenleme yetkisi de devlete aittir. Nitekim millî gelirin artması, devlet hizmetlerinin ekonomik ve etkin bir şekilde yürütülebilmesi ve kamu yararı (maslahat-ı amme) dikkate alınarak her dönemin kendi imkan ve şartları içinde, bu tür arazinin şahıslara tefvizi, ferağı, intikali, tasarruf ve işletilmesiyle ilgili olarak, çeşitli düzenleme uygulamalar yapılagelmiştir.
Osmanlılar döneminde araziy-i emiriyye, devletçe belirlenen usule göre, uygun görülen kişilere tefviz edilmiştir. Bilindiği üzere tefviz, mîrî arazinin rakabesi (çıplak mülkiyeti) devlette kalmak üzere, tasarruf (kullanma ve yararlanma) hakkının, belirli bir bedel karşılığında, müddetsiz olarak, uygun görülen yurttaşlara devredilmesi demektir. Tefviz ile mîrî arazinin tasarruf hakkını elde eden kişiler, bu arazinin sahibi değil, müste'ciri durumundadır. Çünkü tefviz, bir tür kira akdi sayılmaktadır. Devlet, mucir, mutasarrıf müste'cir, arazinin menfeati me'cur, tasarruf hakkı karşılığında devletçe alınan ve tapu (1) adı verilen muaccel (peşin) bedel ile, her yıl öşür, bedel-i öşür, icare-i zemin, mukataa, çift akçesi... gibi isimler altında alınmakta olan müeccel bedel ise, bedel-i icare olarak değerlendirilmiştir.
Görüldüğü üzere, Osmanlılar döneminde, -icarateynli vakıflarda olduğu gibi,- miri arazinin tasarruf hakkı karşılığında, biri muaccel, diğeri mueccel, iki ayrı ücret alınmıştır. Bunlardan muaccel olan, tefviz esnasında ödenen peşin ücrettir. Müeccel olan ise, her yıl ekili arazinin mahsulünden öşür adıyle 1/10, 1/8 gibi belirli bir kısmı; üzerinde bina, ağaç vb. şeyler bulunması sebebiyle ekilemeyen yerlerden de, bedel-i öşür, icare-i zemin veya mukataa gibi isimlerle alınmış olan ücrettir. Söz konusu ücret, mutasarrıflara nazaran bedel-i icare; devlete nazaran harac olarak değerlendirilmiştir.
Ancak kira akdinde müddetin belirli olması gerektiği halde, tefvizde süre sözkonusu olmadığından, bu muamele fasit bir akit olduğu halde, uygulamada feshine imkan tanınmamıştır. Yani, müste'cir tapu bedelini geri alamadığı gibi, mucir (yani devlet) de mutasarrıfın elinden araziyi alamamıştır. Görüldüğü üzere Osmanlılardaki tefviz muamelesi, meslahata göre yapılmış, nev-i şahsına munhasır bir akit şeklidir.
İslam hukukunda arazi, hem devlet, hem de ferdi (özel) mülkiyete konu olabilmektedir. Fethedilen toprakların, genellikle gazilere ganimet olarak dağıtılmayıp, harac statüsüne bağlanması veya bütün müslümanlar adına devlet mülkiyetinde bırakılması (Hazineye maledilmesi), ve Osmanlılarda olduğu gibi, ziraat yapılan ülke topraklarının hemen tamamı denilebilecek büyük kısmının mîrî arazi sayılması kitap ve sünnetteki bağlayıcı hükümlere değil âmme maslahatına dayanmaktadır. Bu itibarla, sözgelimi öşriyye sayılan bir arazinin, hep aynı statüde kalması gerekli olmadığı gibi, emîriyye veya haraciyye statüsüne bağlanan arazilerin de, hiç değişmeden aynı statüde kalması gerekli değildir. Şartlara ve maslahata göre, bu arazilerin statüsü de değişebilir. Çünkü, ulü'l-emrin (devletin) fethedilen bir ülkenin topraklarının, maslahata göre hangi statüye bağlanacağını belirleme yetkisi bulunduğu gibi, maslahat gerektirdiğinde bu statüyü değiştirme ve yeniden düzenleme yetkisi de vardır. Nitekim, Osmanlılar döneminde rakabesi (mülkiyeti) devlette kalmak üzere, sadece tasarruf hakkı halka tefviz edilmiş olan miri arazi, cumhuriyet döneminde tasarruf sahiplerine mülk olarak bırakılmış; ayrıca bir kısım devlet arazisi de, çeşitli yollarla topraksız çiftçiye mülk olarak verilmiştir.
Bazı özel durumlar ve geçici uygulamalar istisna edilirse, bugün ülkemizdeki bütün tapulu arazi, kimin adına tapulu ise, onun mülkü olmuştur; satar, bağışlar, vakfeder, kiraya verir, boş bırakır, ipotek eder, ölünce mirascıları arasında diğer malları gibi paylaşılır. Bu arazilerin, artık mülkiyeti devletin, tasarruf hakkı şahısların olan miri arazi olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Çünkü ferdi (özel) mülkiyet hükümlerine tabidir. Hepsi öşri arazi olmuştur.
Bilindiği üzere, müslümanların öşür arazisinden elde ettikleri mahsulden, (sulama için masraf yapılıp yapılmaması durumuna göre , 1/10 veya 1/20 nisbetinde) öşür vermeleri gerekir. Harac arazisinin ise, ister ekilsin , ister boş bırakılsın , devlete haracının ödenmesi gerekir. Şayet ödenen harac, araziden elde edilecek mahsulün (1/10 dan 1/2 ye kadar olmak üzere) belirli bir kısmı ise, buna "harac-ı mu kaseme"; elde edilecek mahsule bağlı olmayarak, kesim usulü ile yıllık belirli bir vergi ise, buna da "harac-ı muvazzafa" denir. Hanefiler dışındaki üç mezhebe (Maliki, Şafii ve Hanbelilere) göre, harac arazisi, şayet müslümanın mülkiyetine geçmişse, hem arazinin haracının, hem de elde edilen mahsulün öşürünün verilmesi gerekir . Hanefilere göre ise, harac arazisi ister müslümana ister gayr-ı müslime ait olsun' sadece haracı ödenir; müslümanlar için ayrıca mahsulünden öşür gerekmez. Çünkü Hanefilere göre, bir arazide haraç ile öşür birleşmez.
Ancak, günümüzde tarihteki anlam ve uygulama şekliyle mîrî ve haracî arazi kalmamış, elindeki tapulu arazi, sahibinin tam mülkü, yani öşür arazisi olmuştur. Bu hâle göre, Hanefilere göre de, çiftçinin ekip biçtiği araziden elde ettiği mahsulün öşürünü vermesi gerekir. Arazi vergisi ödense bile, bu vergi öşürün yerini almaz. Çünkü bilindiği üzere, öşür topraktan elde edilen tarım ürünlerinin zekatıdır. Zekat ise bir ibadettir. Hangi mallardan, ne miktarda ve ne zaman gerekeceği, kezâ nereler ve ne şekilde sarfedileceği...gibi hususlar, kitap ve sünnetle belirlenmiştir. Zekatın vücûbu ve ödenmesi için, ihtiyac bulunup bulunmadığına bakılmaz. Başka ihtiyaçlar olsa bile, dinen belirlenen yerler dışında başka maksatlar için sarfedilmez . Ödenecek meblağ da , sarf yerleri de bellidir. Vergi böyle değildir. Zekat ile vergi teşri kaynağı, vücup şartları, nisbeti, mikdarı, sarf yerleri, hedef ve gayeleri bakımından birbirinden farklıdır. Bu itibarla günümüzde devlete ödenen vergiler zekat yerine geçmez.
Kaldı ki günümüzde, çok büyük çiftlikler dışında, genel olarak araziden vergi alınmamakta, alınsa bile bu arazinin aslının öşrî ve haracî olduğuna bakılmaksızın, hepsinden aynı usulle vergi alınmaktadır. "Vergisi verilen araziden öşür gerekmez," denilmesi halinde, öşür arazi mahsülünden de öşür (zekat) gerekmeyecektir. Oysa , hiç bir fakih, öşri arazinin vergisi verilirse, mahsulünden zekat gerekmeyeceğini söylememiştir.
Sonuç olarak, halen halkımızın elinde bulunan tapulu arazi: Hanefilere göre, öşri araziye dönüştüğü için, Maliki, Şafii ve Hanbelilere göre, vergisi (haracı) verilmiş olsa ayrıca öşür de verilmesi gerektiği için, Tarım ürünlerinin zekatı demek olan öşürün -usûlüna göre- verilmesi gerektiğine karar verildi.