Gayrimüslimlere rahmet okumak ve istiğfar etmek, onların yaşarken inkâr ettikleri Yüce Allah’tan onlar adına af dilemek anlamına gelir. İslâm inancına göre herkes Yüce Allah’a ve dinine inanmakla mükellef olduğu için kişinin kendi ameli esas kabul edilmiştir. Bir kimse hayattayken iman etmeyip küfür üzere öldükten sonra başkalarının onun için yapacağı dualar geçersiz olur ve ona herhangi bir faydası dokunmaz.
Nitekim birçok âyet-i kerîmede inkâr üzere ölen kâfirler için af dilense bile affedilmeyecekleri belirtilmiş (en-Nisâ, 4/18, 48; et-Tevbe, 9/80) ve onlara istiğfar edilmesi yasaklanmıştır. Diğer taraftan Resûlullah (s.a.s.), amcası Ebû Tâlib ölüm döşeğinde iken ona ‘La ilahe illallah’ kelimesini telkin etmiş, iman etmemesi üzerine, “Allah’a yemin ederim ki, senin için af ve mağfiret dilemek bana yasaklanmadığı müddetçe, senin için muhakkak Allah’tan mağfiret dileyeceğim.” (Buhârî, Cenâiz, 80 [1360]; Müslim, Îmân, 39 [24]) buyurmuştur. Bu olay üzerine “Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, –yakınları da olsalar– Allah’a ortak koşanlar için af dilemek, ne Peygambere ne de müminlere yaraşır.” (et-Tevbe, 9/113) âyeti inmiştir.
Başka bir rivâyette ise Hz. Peygamber’in (s.a.s.), münafıkların başı sayılan Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cenaze namazını kıldığı, akabinde ona rahmet dileyeceğini ifade ettikten sonra “Asla onlardan ölen birinin namazını kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.” (et-Tevbe, 9/84) mealindeki âyetin nazil olduğu belirtilmektedir (Buhârî, Cenâiz, 84 [1366]; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 25 [2400]).
İlgili âyet ve hadislerden hareketle Müslüman bir kimsenin, gayrimüslim olarak ölen bir kimseye istiğfar etmemesi ve rahmet dilememesi gerektiği, böyle bir cenazeyle karşılaştığında da nezaketle taziye dileğinde bulunması ve kalanlara sabrı tavsiye edip teselli vermesinin uygun olacağı anlaşılmaktadır.