Din İşleri Yüksek Kurulu, 30.01.2019 tarihinde Kurul Başkanı Dr. Ekrem KELEŞ’in Başkanlığında toplandı.
Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürlüğünün “Hacca Gitmek İsteyen Hasta Vatandaşlar” hakkındaki ilgi yazısı incelendi. “Sağlık Sorunu Olanların Hac Yükümlülüğü” konusundaki aşağıdaki metnin Kurul Kararı olarak kabul edilmesine karar verildi.
KARAR
“Hac, İslam’ın beş temel esasından biri olup hem bedenî hem de malî yönü bulunan bir ibadettir. Hac ibadeti sağlık, malî yeterlilik ve yol emniyeti yönünden haccetme imkânına sahip, hür, akıl sağlığı yerinde ve ergenlik/büluğ çağına ermiş her Müslümana farzdır.
Haccın kimlere farz olduğunu bildiren Âl-i İmrân sûresinin 97. ayetindeki “istitâat/güç yetirebilme” şartının beden sağlığını da kapsadığını ifade eden İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik, hac ile ilgili diğer şartları taşıdığı halde sağlığı elvermeyen ve bedenî güce sahip olmayan kişilere haccın farz olmadığı kanaatindedirler. Hanefîlerden İmameyn de dâhil diğer iki mezhep ise bu durumda olanlara haccın farz olduğunu ancak bizzat gidememeleri halinde bedel göndermeleri gerektiği görüşünü benimsemişlerdir. Hac kendilerine sağlıklı iken farz olduktan sonra bunu edâ etmeyen ve sonrasında sağlığını kaybedenlerin bedel göndermek suretiyle bu ibadeti vekâletle edâ etmeleri gerektiği konusunda ise âlimlerin görüş birliği vardır.
Aşağıda açıklanan gerekçelerle Kurulumuz; İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik’in görüşleri istikametinde, kendi başlarına vasıtaya binip-inemeyecek ve hac menâsikini yapamayacak durumdaki hasta, yaşlı, kötürüm, felçli ve engelli kimselere haccın farz olmadığı görüşünü tercih etmektedir.
Diğer taraftan kendisine hac farz olduktan sonra, yaptığı ibadetin manasını, mahiyetini ve rükünlerini kavrayamayacak ve kendi işlerini göremeyecek derecede sağlığını kalıcı olarak yitiren kişilerin sorumluluktan kurtulmak için bu ibadeti bedel/vekâlet yoluyla yaptırmaları gerekir.
GEREKÇE
Hac, İslam’ın beş temel esasından biri olup hem bedenî hem de malî yönü bulunan bir ibadettir. Sağlık, malî yeterlilik ve yol emniyeti yönünden haccetme imkânına sahip, hür, akıl sağlığı yerinde ve ergenlik/büluğ çağına ermiş her Müslümana farzdır (Merğînânî, el-Hidâye, I,132; Kâsânî, Bedâi‘, II, 120-121; Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 359; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, I, 84; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 213).
İbadetler dinimizin aslî unsurlarından biri olduğu için İslâm’ı kabul eden her müslümanın onları yerine getirmesi istenir. Ancak bu ibadetlerle mükellef tutma ve yerine getirme konusunda kişinin güç, imkân ve sorumluluklarına göre bir ayırım ve sınıflandırmaya da gidilmiştir.
Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadislerinde çeşitli ibadetlere atıfta bulunularak, dinde zorlaştırmanın bulunmadığı, kolaylaştırmanın esas alındığı, her zorluğun beraberinde bir kolaylık ve ferahlığın bulunduğu, insana gücünün üzerinde bir külfet yüklenmediği hatırlatılır.
İbadet yükümlülüğü akıl ve bulûğla başlar. Bir diğer şart ise ibadete güç yetirebilmektir. Nitekim Âl-i İmrân sûresinin 97. ayetinde haccın "gücü yetenlere" farz kılındığı bildirilmektedir. Bu ayette geçen ve sözlükte “bir şeye güç yetirmek, hâkimiyeti altına almak” gibi manalara gelen (İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, VIII, 240) “istitâat/güç yetirebilme” şartının tefsirinde fakihler arasında bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır.
İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik, istitâatın malî güç ve yolculuk yapabilme imkânı (Ebû Hanîfe’ye göre binek/vasıta ile İmam Malik’e göre binek olmasa bile yürüyerek Mekke’ye ulaşabilme) yanında beden sağlığını da kapsadığı kanaatindedirler. Bu iki büyük imama göre, hac ile ilgili diğer şartları taşıdığı halde sağlığı elvermeyen ve bedenî güce sahip olmayan kişiye hac farz değildir. Farz olmadığı için yerine bedel göndermek de gerekmemektedir. Bu yaklaşım, Hanefî mezhebi kaynaklarında İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e de nisbet edilmiştir (İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râık, II/335; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II, 459). Diğer taraftan İmam Muhammed’in kötürüm halde bulunan kişiye haccın farz olmadığı kanaatinde olduğu da nakledilmiştir (Merğînânî, el-Hidâye, I, 132).
İstitâatın kapsamı hususundaki bu yorum, Hac suresinde bulunan “Allah size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi” (Hac, 22/78) ayeti yanında İbn Abbas’ın (r.a.) “Hac için şart koşulan istitâat, bedenen sağlıklı olmak, azık ve binittir” şeklindeki tefsirine dayanmaktadır (Kâsânî, Bedai‘, II, 121-122; İbnü’l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II, 416). Diğer taraftan Hz. Peygamber’in “İstitâat, yol azığı ve binektir” (Tirmizî, Hac 4) şeklindeki açıklaması, bu görüşte olanlarca azık ve bineğin hac yapılacak mekânlara ulaşabilmek için gerekli olduğuna işaret etmektedir, yoksa “istitâat”ın bunlardan ibaret olduğunu beyan için değildir. Nitekim bir kimsenin malî güç, azık, nafaka ve bineği olduğu halde Mekke yolu üzerinde aşılamayacak bir düşman hattı olsa o kişiye hac farz olmaz (Kâsânî, Bedai‘, II, 122).
Hanefîlerde kendilerinden yapılan zâhir (kuvvetli) rivayete göre İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ile Şâfiî ve Hanbelîler ise yukarıda sayılan kişilere haccın farz olduğunu, ancak bizzat gidememeleri halinde bedel göndermeleri gerektiği görüşünü benimsemişlerdir. Daha açık bir ifadeyle bu âlimlere göre, ekonomik imkânı bulunan ve diğer şartları da taşıyan ancak çok yaşlı olması veya felçli ve kötürüm olma gibi bedensel bir engeli ve tedavisi imkânsız bir hastalığı bulunması sebebiyle bizzat haccı yapamayacak durumda olan kimselere de hac farz olup kendi yerlerine bedel göndermeleri gerekir (Kâsânî, Bedâi', II; 212; Şirbînî, Muğni'lMuhtâç II, 219; İbn Kudâme, el-Muğnî; III,221-222; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, I, 84).
Hanefî mezhebinde zaman içerisinde daha çok tercih edilen görüş, İmam Ebû Hanîfe’nin yukarıda izah edilen kanaati değil de İmameynin bu görüşü olmuştur.
İstitâatı sadece azık ve binekle sınırlandıran bu görüş, bineğe binemeyecek derecede yaşlı olan babası adına hac ibadetini yapıp yapamayacağını soran bir kadına Hz. Peygamber’in olumlu cevap vermesini de (Buharî, Hac 1; Müslim, Hac 408) delil olarak ileri sürmüştür (İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 7-8; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I, 683). İstitâatın sadece binek ve azıkla sınırlandırılması tartışmaya açık bir husus olduğu gibi söz konusu rivayet de aynı doğrultudaki başka rivayetlerle birlikte değerlendirilmelidir. Nitekim benzer içerikteki başka rivayetlerde, kendilerine hac farz olduktan sonra bunun için niyetlenip hazırlık yapan ama sağlık sorunları veya yaşlılık ya da ölüm sebebiyle artık güç yetiremez hale düşen kişiler için Hz. Peygamber’in bedel uygulamasına izin verdiği anlaşılmaktadır.
Bu tür rivayetlerden biri şudur: “Bir adam Hz. Peygamber’e gelerek ‘Kız kardeşim hacca gitmeyi adamıştı ama gidemeden vefat etti. Ne dersiniz, ben onun adına hac yaparsam olur mu?’ deyince Resul-i Ekrem (s.a.v) ‘Kız kardeşinin borcu olsaydı öder miydin?’ diye mukabele etti. Adam ‘Evet öderdim’ cevabını verince de şöyle buyurdu: ‘Öyleyse bunu da öde! Zira borcu ödenmeye Allah daha layıktır.” (Nesâî, Hac 7-8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 239, 345; Dârimî, İ’tisâm 12).
Ülkemizden hacca gitmek isteyenlerin sayısı her geçen yıl artmaktadır. Bu sayının içinde hac ibadetini bizzat yerine getirmeye gücü yetmeyen yaşlı kişiler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar ve aklî melekeleri artık kaybolmaya yüz tutmuş olanlar da yer almaktadır. Normalde evlerinde dahi bir başkasının yardımı olmadan günlük işlerini yapamayacak durumda olan bu kişiler, bu kutsal ve zorlu yolculukta hem kendileri ciddi sorunlar yaşamakta hem de çevrelerine bir takım sıkıntı ve zorluklar yaşatmaktadırlar.
Bu ve benzeri sebeplerle, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik’in ictihadları esas alınarak, vasıtaya kendi başlarına binip-inemeyecek ve hac menâsikini yardımsız yapamayacak durumdaki hasta, yaşlı, kötürüm, felçli ve engelli kimselere haccın farz olmadığı görüşü tercih edilmelidir. Hanefî mezhebinin fetva usulünde yer alan ‘Hanefîlerin üç imamı arasında ihtilaf olması halinde ibadet konularında İmam A’zam Ebû Hanîfe’nin görüşünün önceleneceği ilkesi’ (Mehmed Fıkhî Efendi, Risale fî Edebi’l-Müftî, s. 60-65; İbn Âbidîn, Ukûd Resmi’l-Müftî, I, 22-36) bu tercihi desteklemektedir. Nitekim Hanefîler nezdinde fetvada muteber eserlerden biri olan en-Nihâye’nin müellifi Siğnâkî (ö. 714/134) ile hac ibadetiyle ilgili el-Bahru’l-Amîk fî Menâsiki’l-Mu’temir ve’l-Hâc ile’l-Beyti’l-Atîk ismiyle özel bir eser yazan Hanefî fakih İbnü’d-Diyâ da (ö. 854/1450) İmam Ebû Hanîfe’nin bu görüşünü tercih etmişlerdir (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II, 459).
Şu da belirtilmelidir ki, vaktiyle hacca gidebilme imkânı bulduktan sonra bunu eda etmeyip bilahare yaptığı ibadetin manasını, mahiyetini ve rükünlerini kavrayamayacak derecede akıl zafiyetine uğrayan veya beden sağlığını kendi işlerini göremeyecek derecede kalıcı olarak yitiren kişilerden bu sorumluluk düşmez. Zira hac yapma imkânı elde edildiği yıl, hac ibadeti farz olur ve haccın farz olmasının bütün şartlarını taşıyan kişinin geciktirmeden eda etmesi beklenir. Sonraki yıllara erteleyen kimse, çeşitli sebeplerle bu imkânını kaybedebilir ve hac yapmadığında sorumluluk altında kalır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) “Hac yapmak isteyen kişi acele etsin. Çünkü hasta olabilir, (servetini, parasını) yitirebilir, ihtiyacı ortaya çıkabilir" (İbn Mâce, Menâsik, 1; bkz. Ebû Dâvûd, Menâsik, 6) buyurmuştur.
İşte bu durumda olan kişilerin veya yakınlarının bizzat hac yapmak/yaptırmak için ısrar etmemeleri ve yerlerine bedel göndererek hac yaptırmaları uygun olur. Çünkü gücü yetmeyen yaşlı kişiler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar böyle bir ısrarda bulunmakla kendilerine ve başkalarına eziyet ve haksızlık etmiş olurlar. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de "Allah, dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi." (Hac, 22/78); "Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar." (Bakara, 2/286) buyrulmuştur.”